About

Posts by :

ESD Testleri ve ESD Önlemleri

Elektrostatik boşalmayı gündelik hayatımızda, insan vücudu üzerindeki statik elektriğin başka bir nesneye elektrik akımı olarak hızlıca iletimi şeklinde zaman zaman yaşıyoruz. Bu boşalmanın insan sağlığı üzerinde olumsuzluk yaratacak etkisi bulunmamakta. Ancak yükün boşaldığı nesne duyarlı bir cihaz veya tehlike yaratabilecek, örneğin yanıcı bir madde ise o zaman sonuçlar pek bu kadar masum olmuyor.

Elektrikli ve elektronik cihazlar bu anlık ve hızlı boşalmaya karşı alınganlık gösterebilir. Kilovoltlar mertebesindeki ESD,milivolt veya volt mertebesinde çalışan devre ve cihazları çok rahatlıkla bozabilir. Bu nedenle özellikle birtakım kurallarla kısıtlanmış olan elektronik cihazların ESD karşısında da belirli düzeyde bağışıklık göstermesi beklenir.Elektrikli ve elektronik cihazlarda en yaygın kullanılan standart, Avrupa Birliği standartlarından EN 61000-4-2 standardıdır. Elektromanyetik Uyumluluk (EMC) grubu altında yer alan ESD Bağışıklık Standardıgenel olarak elektrikli ve elektronik cihazlarda kullanıcılardan kaynaklı ESD’nin temel darbe şeklini, uygulanması gereken gerilim düzeylerini, uygulama yöntemini ve test düzeneklerini açıklar.

ESD Akımının Dalga Şekli (EN 61000-4-2’ye göre)

ESD’nin direkt temas ile boşalma şeklinde oluşabildiği gibi, farklı potansiyele sahip cisimlerin birbirlerine yaklaşmaları durumunda aradaki yalıtkanın (havanın) delinmesi sonucu havadan da meydana gelebileceğini ESD’nin tanımı içinde vermiştik (ESD Nedir?). Buna bağlı olarak standardın öngördüğü ESD testi de temasla (dokunarak) veya havadan (yaklaştırarak) gerçekleştirilir. Bu testte ESD üreteci, statik elektrik yüklenmiş bir operatörün vücudunu, üretecin yuvarlak ucu ise insan parmağını temsil etmektedir.

Taşınabilir türde bir ESD Üreteci

Taşınabilir türde bir ESD Üreteci

Günümüzde bir çok elektronik cihazın dokunmatik olduğu gözönüne alınırsa özellikle son kullanıcı için ESD testlerinin ne denli önemli olduğu anlaşılabilir. Peki ESD elektronik cihazı nasıl etkiler? Aslında etki birkaç farklı şekilde kendini gösterebilir. Öncelikle ESD’nin kilovoltlar mertebesinde dolayısıyla havayı delebilecek düzeyde olduğunu düşünürsek, mekanik ve termal etkilerini tahmin etmek zor olmaz. Özellikle elektronik cihaz veya kart üretimi yapılan kuruluşlarda operatörün önlem almadan dokunduğu kartın üzerindeki komponentler bu hızlı yük akışının ısıl etkisiyle fiziksel ve ısıl zorlanmaya maruz kalıp yanabilir. ESD, çevresinde oluşturduğu elektromanyetik enerji ile cihazın hassas devre ve komponentlerinin elektromanyetik olarak bozulmasına da neden olabilir. Bütün bunların yanında ESD devrede istenmeyen akımlar akmasına ve gerilimler endüklenmesine sebebiyet vereceği için direkt olarak duyarlı komponentlerin bozulmasına, dolayısıyla cihazın veya kartın resetlenmesine, hatalı ölçüm yapmasına, yanlış bilgi göstermesine veya tümden kapanmasına neden olabilir.

ESD’ye karşı alınabilecek önlemler iki grupta değerlendirilmelidir :

Kaynak durumundaki cihaz ve operatörlerde alınacak önlemler : ESD’yi önlemenin temel yolu, statik elektrik oluşumuna engel olmaktır. Bunun için antistatik malzemeler tercih edilebilir. Örneğin çalışılan zeminin statik yüklenmeye neden olmayan bir malzemeyle kaplanması, aynı şekilde opeartörlerin ayakkabılarının, kıyafetlerinin, eldivenlerinin statik elektrik oluşturmayacak malzemeden yapılması bir çözümdür. Bunun dışında, operatörde veya statik elektrik oluşturma potansiyeli olan cihazlarda topraklama, statik yükün birikmeden kontrollü olarak toprağa akmasını sağlar. Çalışırken bileğe takılması şart koşulan ESD bileklikleri bu amaçla kullanılmakta…

Etkilenen durumdaki cihaz veya devrelerde alınacak önlemler : Öncelikle imkan varsa etkilenen cihazların antistatik malzemelerle kaplanması bir çözüm olarak değerlendirilebilir. Ancak bunun genel olarak pek mümkün olmadığı bilindiğine göre ESD’ye dayanıklı komponent seçme, devreyi EMC kurallarına uygun tasarlama, verimli ve doğru topraklama, ESD’nin gelebileceği yerlere veya duyarlı komponentlerin önüne süzgeç devreler koyma, en yaygın olarak da; gelebilecek bir yüksek gerilim veya akım dalgasını kesen varistörler (özellikle MOV) kullanma genel olarak çözüme ulaştıracaktır.

Ar-Ge’ciler Asosyal midir??

Araştırma-Geliştirme konusunun şirketler için önemini, organizasyondaki yerini, yöneticisinin özelliklerini daha önceki yazılarımda paylaşmıştım. Peki ya Ar-Ge çalışanları?? Özellikle teknoloji sektörlerinde boy gösteren şirketler için tartışmasız bir gerçek var; Ar-Ge’nin performansı şirketin kaderini çizer…Ar-Ge çalışanları şirket için belirleyici konumdadır. Peki Ar-Ge çalışanlarının performansını ne belirler??

Genel geçerli bir kural: takım ruhu kuvvetli olan ekipler iş hayatında başarıya en az bir adım daha yakındır. Ar-Ge’de de böyle mi?

Asosyal terimi, sosyal ifadesinin zıt anlamlısı olarak “sosyal olmayan insan davranışları sergileyen” olarak tanımlanıyor. Asosyal insan, toplum içine giremeyen veya girmeyi tercih etmeyen, insanlarla iletişim kurmaya öncelik vermeyen bireydir. Şimdi karşımıza iki soru çıkıyor: Ar-Ge’ciler asosyal midir? Eğer cevap evetse, Ar-Ge’ciler sosyal olmalı mıdır..?

Teknik alanlarda çalışıp gerçek anlamda Ar-Ge yapan şirketlerde, Ar-Ge mühendisinin birinci görevi araştırma yapmak, elde ettiği verilerle de geliştirmede bulunmaktır. Araştırma kısmı günümüzde internet gibi mucizevi bir araç sayesinde çok daha kolay. Ama yine de kütüphaneler, kitaplar, yayınlar, makaleler vb. birçok kaynak araştırmanın temelini oluşturuyor. Bu bağlamda araştırma genel olarak bireysel bir faaliyet gibi değerlendirilebilir. Geliştirme kısmına gelince, tasarımlarda bireysel çalışmak mümkün, ancak hiçbir geliştirme faaliyeti satınalmacılarla, testçilerle, mekanikçilerle, grafikerlerle ve sektöre göre daha bir çok farklı departmanla iletişime geçmeden tamamlanamaz..! Yine de özellikle konsantrasyon ve kesintisiz çalışma gerektiren bir Ar-Ge faaliyeti, kişinin çevresiyle iletişim kurmadan saatler, hatta bazen günler geçirmesine neden olabilir…ve bu tarz zamanla alışkanlığa ve bir davranış özelliği olmaya dönüşebilir. Bunu yönettiğim ekiplerde sıkça gözlemlediğimi söyleyebilirim.

İş ortamındaki iletişim yeteneği, her zaman ve yüzde yüz geçerli bir kural olmamakla birlikte aslında gündelik yaşamdaki iletişim yeteneği ile paraleldir. Kendi departmanındaki veya başka departmandaki bir iş arkadaşından talepte bulunacak olan Ar-Ge’ci, eğer sosyal yapıdaysa bunu muhabbet etmek veya paylaşımda bulunmak için bir fırsat olarak görürken asosyal yapıdaki mühendis bundan kaçmak için türlü yöntemler düşünür, ve genelde konuyu bir e-posta atarak kapatmaya çalışır.

İş hayatında paylaşımda bulunmayan veya toplum içinde yer almaya çalışmayan Ar-Ge’ci, genel olarak özel hayatında da bunu sürdürür, veya tam tersi olarak gündelik hayatında asosyal bir hayatı benimsemiş olan bir birey genel olarak iş ortamında da iletişimden kaçınan bir davranış sergiler. Oysa toplumun içinde olmayı seven, iş veya özel arkadaşlarıyla sosyal aktivitelerde bulunmaktan zevk alan bir Ar-Ge’ci için iş daha keyiflidir. Bazen iş ortamını da sosyalleşmek için kullanmayı, ben özellikle tavsiye ediyorum  🙂

Ar-Ge yapan mühendislerin, satış, pazarlama, halkla ilişkiler, kurumsal iletişim gibi bölümlerde çalışanlar kadar sosyal olma mecburiyeti olmadığı kesin.. ama özellikle takım ruhu ile başarı hedefleyen Ar-Ge ekiplerinde sosyalliğin pozitif performans sağladığı yadsınamaz. Ancak çalışan için opsiyonel olan sosyallik özelliği Ar-Ge yöneticisi için olmazsa olmaz, standart ve mecburi bir donanımdır  🙂

Ar-Ge Yönetimi

Bir şirketin Ar-Ge çalışmalarının başarısı çok büyük ölçüde Ar-Ge yönetimine bağlıdır. Daha önceki yazımda Üst Yönetimin, şirketin bir parçası olarak Ar-Ge departmanının gizli yöneticisi olduğunu işaret etmiştim. Ar-Ge yönetiminde, şirketin izleyeceği genel politika ile Ar-Ge’nin şirket organizasyonunda bulunduğu konumun büyük etkileri var. Ama asıl etki Ar-Ge’nin kendi organizasyonu ile ortaya çıkıyor.

Ar-Ge’nin Yapısı

Ar-Ge departmanının yapılanmasında sayısız alternatif gözönüne alınabilir. Araştırmacı mühendis ekibin yönetimi, tekniker ve teknisyen ekiplerinin yönetimi, branş gruplarının yönetimi, bölünmüş yönetim, tek başlı yönetim, serbest çalışma yöntemi ile yönetim vb. yönetim biçimleri kullanılabilir. Burada şirkete en yatkın ve doğal olarak en çok verimin alınacağı yöntemin seçilmesi beklenir. Yani yönetim biçminde doğru tek değildir, her şirketin doğrusu farklı olabilir. Bir üniversite veya araştırma kurumundaki Ar-Ge yönetiminin gıda sektoründe faaliyet gösteren bir üretici şirkette de başarılı sonuç vereceğini iddia etmek çok mümkün değil. Ancak tartışmasız bir nokta var ki, o da Ar-Ge yöneticisinin vasıflarının Ar-Ge faaliyetlerinin kaderini belirliyor olduğu…

Ar-Ge Yöneticisi Kimdir??

Ar-Ge yöneticisi, 3 kişilik bir ekibin başı olabileceği gibi yönetimi altında birçok departmanı bulunduran bir direktör de olabilir. Ama her ikisinde de hedeflenen Araştırma ve Geliştirme yapılmasıdır. Bu amaca yönlendirebilecek yöneticinin en önemli vasfı Liderlik karakteridir. Ar-Ge yöneticisinin lider olması, yani ekibini beraberinde sürükleyebilmesi gereklidir. Liderlik karakteri, üzerinde birçok vasfı bulundurmayı gerektirir. Liderin süreçlerin başlatıcısı olması, ihtiyaç duyulan her noktada koçluk yapabilmesi, belklentilerini yansıtacak şekilde örnek olması ve farklı düşünceleri bir araya getirebilecek kadar arabulucu olması en belirgin karakter özellikleridir.

Şirket yöneticilerinin en yaygın kabullendikleri fikir, işi en iyi yapanın veya en eski olanın Ar-Ge yöneticisi olması…Zaman zaman olumlu sonuç verse de bu oldukça yanlış bir düşüncedir. Liderlik vasfı bulunmayan bir çalışanın sadece en eski veya teknik olarak işi en iyi bilen, veya en iyi yapan olarak Ar-Ge yöneticisi yapılması, Ar-Ge departmanını verimsizliğe ve kargaşaya götürecek kötü bir adımdır. Verimsizliğe götürür çünkü iyi bir araştırmacı kaybedilmiş ve yönetimsel işlerle meşgul edilerek köreltilmiş, hatta kullanılamamış olur. Kargaşa oluşur, çünkü yönetici teknik olarak doğru olduğunu düşündüğü konuda yanlış ısrarlarda bulunabilir, kendisine biçilen arabulucu, uyuşmazlıkları giderici rolün tersine Ar-Ge grubu içindeki uyuşmazlıkların kaynağı olur. “Teknik doğruyu en iyi ben biliyorum, yetki de bende” yaklaşımıyla ekip üyelerinden gelebilecek her türlü teknik veya sosyal fikre kapalı olur. Bu da eksik olan liderlik vasfının astları arasında daha yaygın olarak kabullenilmesine neden olur.

Oysa Ar-Ge yöneticisinden beklenen, lider olarak sadece ve sadece ekibini yönlendirebilmesi…İşi bilmesi işleyiş açısından bir artı getirebilir ancak kesinlikle bir şart değildir. İyi bir Ar-Ge yöneticisi, yani yönlendiricisi, tekstil tasarımı yapan ekibi de elektronik teknolojisi geliştiren ekibi de başarıyla yönetebilir. İyi bir Ar-Ge yöneticisi kendisinden çok daha tecrübeli, yaptığı işin uzmanı olan araştırmacıyı da yönetebilir. Sadece Ar-Ge için değil, genel olarak yöneticisi “lider” olan bölümler daha yüksek performans gösterir. Liderliğine inanılmayan bir yöneticinin astları, buldukları her fırsatta kendi bildikleri yoldan gideceklerdir…

Ekip ruhunun kurulması ve sürekli sağlamlaştırılması, Ar-Ge yöneticisinin gücünü arttırır. Bu bakımdan mühendis, tekniker, uzman vb. unvanların işleyişte sadece zincirin halkalarını işaret ettiği, zincirin güçlü olması için takım olarak güçlü olunması gerektiği, takımların mümkün mertebe farklı unvanlara sahip halkaların birbirine sıkıca bağlanması ile kurulması gerektiği düşüncesi Ar-Ge yöneticisinin ekibine aşıladığı en önemli fikir olmalı. Bu sadece çalışan motivasyonunu yükseltmekle kalmaz, çalışanın işe bakış açısını değiştirir, sahiplenme duygusunu arttırır.

Kullanacağı yönetim tarzı şirket politikasına, Ar-Ge ekibine ve çalışılan sektöre göre farklılık gösterebilse de temelinde Ar-Ge işi, kuralları belirli bir projeyi yönetme işidir. Ar-Ge yöneticisinin kaynak, zaman, bütçe ve benzeri parametreleri mutlaka bir sistematik dahilinde takip etmesi, sektörden bağımsız bir başarı anahtarıdır. Planlama, ileriyi hedefleme ama başarılı tahminlerde bulunma, ticari açıdan da başarıya götürecek yolların başında gelir.

Ar-Ge yönetimini keskin kriterlerle sınırlamamakla birlikte lider bir yönetici, takım ruhu taşıyan bir ekip ve disiplin içinde serbestliğe sahip organizasyonun temel ve genel kriterler olduğunu söyleyebiliriz…

Elektrostatik Boşalma-ESD Nedir?

Elektrostatik Boşalma (ESD, ElectroStatic Discharge), farklı elektriksel yüke sahip iki nesnenin birbirine yaklaşması veya temasıyla oluşan çok hızlı elektrik akışıdır. Nesnenin yüklü olmasının yanında yükleri ayrışmış, kutuplaşmış cismler de ESD’nin kaynağı olabilir. ESD’nin nedeni, statik elektrik yüküdür. Belirli bir kutbiyete sahip nesnede elektrik potansiyel olarak beklemektedir, durağandır. Farklı potansiyelde bir nesne ile temas durumunda, statik haldeki yükler bir nesneden diğerine akmaya başlar ve buna “boşalma” (deşarj) denir. Eğer potansiyel farkı çok yüksekse, boşalma işleminin başlaması için temas gerekmez. İçinde bulunulan ortama göre (genel olarak havayı değerlendirebiliriz), yeterli mesafeye yaklaşmaları durumunda (hava için 30 kV’ta 1 cm mesafe) nesneler arasındaki ortam yalıtkanlığını kaybeder ve iletime geçer. Buna “elektriksel delinme” (breakdown) denir. Aslında gerçekleşen şey, nesneler arasında oluşan elektrik alanın mesafeyle ters orantılı olarak artması ve delinmeye neden olmasıdır.

Saça sürtünen tarak, kazağa sürtünen balon…!

Peki ESD’nin kaynağı olan statik elektrik nasıl oluşur? En yaygın şekli ilköğretim zamanlarından bildiğimiz sürtünme ile…kazağa sürtünen balonun, saça sürtünen tarağın elektrik yüklendiğini deneylerle hepimiz görmüşüzdür. Üzerimizden çıkarmakta olduğumuz kazağın da çıtırtılar çıkardığını yaşamışızdır. “Triboelektrik” de denilen, farklı kimyasal yapıdaki malzemelerin bir nevi temasla yüklenmesi. İki nesnenin birbirine temas ettirilip ayrıldıktan sonra birinin negatif diğerinin pozitif yüklenmesi olarak açıklayabiliriz. Yüksek elektrik alan altında yüklerin ayrışması da ESD için kaynak zemin oluşturur.

Aslında gündelik hayatımızda ESD ile hepimiz tanışıyoruz. Halı kaplı bir zeminde yürüdükten sonra elimizi kapı koluna attığımızda duyduğumuz “çıt” sesi ve sonrasında irkilme tepkimiz. Aynı şeyi bazen arabadan çıktıktan sonra arabanın iletken gövdesine dokunduğumuzda da yaşarız, veya koşu bandında koşarken metal olan yan kolları tuttuğumuz zaman.. Olayın gerçekleşme şekli yukarıda özetlediğim bilgiden anlaşılabilir. Ayakkabımızın halıya sürtünmesiyle veya kıyafetlerimizin arabanın koltuğuna temasıyla statik elektrik yüklenmiş oluruz, ve durağan halde vücudumuzda bulunan bu yükler bir iletken ortam bulduklarında (arabanın kaportası, kapının kolu, koşu bandının tutacakları), hızla o nesneye akarlar. Duyacağımız sesin veya karanlık bir ortamdaysak göreceğimiz ışığın şiddeti yüklenme miktarımıza bağlıdır.

Eyvah…Çarpıldım..!

Bu özetlediklerimden sonra “çıt” sesi ve irkilme tepkimiz sonrası ilk kurduğumuz cümlenin, “Çarpıldım..!”, yanlış olduğunu anlamış oluyoruz. Aslında yaşadığımız sadece vücudumuzdaki elektrik yüklerinin boşalması.

ESD konusunda bize tanıdık diğer olgu yıldırım ve şimşek…Statik olarak yüklenmiş olan bulutların kendi aralarında veya yeryüzü (toprak) ile meydana getirdikleri yük alışverişi, yani boşalma. Sadece biriken yük miktarıyla doğru orantılı olarak vücudumuzda yaşadığımızın çok daha şiddetlisi.  İnsan vücudunda statik halde bulunan elektrik yükü potansiyeli 20 – 30 bin volt mertebelerindedir.  Yıldırımda bu rakamların yüzlerce milyon volt olduğunu bilmekte fayda var.

Gündelik hayatta yaşadığımız ESD insan sağlığı için bir tehdit oluşturmasa da özellikle duyarlı elektronik cihazlar için önlem alınması gereken bir arıza kaynağıdır. Milivoltlar mertebesinde gerilmlerle çalışan elektronik devrelerin kilovoltlar mertebesindeki gerilimler karşısında bağışıklığını koruma için çeşitli önlemler almak gerekir. ESD sonucu karşılaşılan bozucu etki, bir cihaz ekrandaki basit bir bozulma gibi, bir patlayıcı savaş düzeneğini hatalı ateşleme nedeni de olabilir. Alev alması veya patlaması için bir küçük kıvılcımın yeterli olduğu yanıcı-patlayıcı maddelerin bulunduğu ortamda parmağımızın ucundan kapı koluna oluşan ESD’nin önemi daha net anlaşılabilir…

Yöneticilik ya da Liderlik??

Yönetici misiniz, Lider mi??

Yöneticilik ile Liderlik kavramlarının birbirlerinden farklı ama birbirlerini tamamlayan kavramlar olduğunu biliyoruz. Yöneticilik çoğu zaman verilmiş bir unvandan ibaret..Yani belirli bir birimi, şirketi hatta ülkeyi yönetmek için gücü elinde bulunduran otorite tarafından verilmiş bir görev…Liderlik ise ne yazık ki verilebilecek bir unvan değil, bir karakter. Çoğu zaman yöneticiler liderlik vasıflarına bakılarak seçilmezler, ama liderlik vasfı olan bir yönetici, yönettiği topluluğu aynı zamanda yönlendirir de. Bu konuda iki bakış var; yıllardır süregelen liderlik tanımında insanların takip ettiği kişi olarak gösterilen liderlik, yakın geçmişten bu yana kişileri doğru organize eden ve ortak hedef doğrultusunda organize ettiği kişilerle birlikte koşan olarak değerlendiriliyor…

Lider bir yöneticinin tartışmasız “örnek” yani “rol model” olması gerekli…

Söyledikleri dinlenen, yaptıkları yapılmaya çalışılan bir rol model. İş disiplini olmayan bir yöneticinin çalışanlarından disiplin beklemesi sadece iyi niyetle açıklanabilir 🙂 Katılımcı olduğu toplantılara sürekli geç gelen bir yönetici, kendi biriminde düzenlediği toplantıda artık otorite değildir. Benzer şekilde, yöneticinin mesai saatleri çalışanlarına göre daha esnek olabilir ancak bunu kullanmayıp mesai saati konusunda duyarlı ve disiplinli davranan, şirketin genel kurallarına uyacak şekilde mesaiye gelen bir yöneticinin ekibinde mesaiye geç kalan çalışan pek azdır.

Yöneticinin lider olabilmesi için dikkat etmesi gereken bir diğer konu, çalışanlarına eşit mesafede bulunmadır. Lider yönetici, bir elipsin değil de bir dairenin merkezinde ise, olası çatışmaları yönetirken kurduğu zincirde zayıf halka bırakmamış olur. Çalışanlarında objektif bakış ve eşit mesafe imajına sahip bir yönetici, liderlik için en zor elde edilen ama olmazsa olmazlardan güven verme karakteri kazanmış olur.

Belki de en önemlisi, ekibinde rol model olarak görülen bir lider yönetici, bu karakteriyle yeni liderler yaratmaktadır…